Genel Cerrahi

Klinik Hakkında

Genel Bilgiler

Genel cerrahi, geniş bir tanı ve tedavi yelpazesine sahip en eski tıp branşlarından birisidir. Standart genel cerrahi uzmanlık eğitimi sırasında özefagustan anal kanala kadar tüm gastrointestinal sistemin cerrahi ve bazı dahili hastalıklarının yönetiminin yanı sıra intraabdominal diğer doku ve organların da hastalıklarının cerrahi tedavisi öğretilmektedir. Ülkemizde, genel cerrahi uzmanlık eğitimi kapsamında en çok intraabdominal organların hastalıklarının tedavisi üzerinde durulmaktadır. Bunun dışında, meme, tiroid, sürrenal gibi organların hastalıkları, karın duvarı ve kasık fıtıklarının tedavisi de genel cerrahi uzmanlığının alanına girmektedir. Genel cerrahi uzmanlık eğitimi veren bazı kurumlarda, genel cerrahlar periferik damar cerrahisi, yanık, cilt kanserlerinin cerrahi tedavileri gibi konularda da eğitim almaktadırlar. Ayrıca göğüs ve karın bölgesi travmalarına yaklaşım da, uzmanlık eğitiminin bir parçası olarak genel cerrah adaylarına verilmektedir.
Bir genel cerrahi uzmanı, bu hastaların sadece ameliyatlarını yapmakla kalmaz, ameliyat öncesi ve ameliyat sonrası dönemlerinde hastaları uygun bir biçimde takip eder ve gereken tedavileri planlar. Aynı zamanda bu konularda araştırma ve bilimsel çalışmalar da yapan bir bilim insanıdır.
Kapsamın genişliği nedeniyle, çoğu genel cerrahi uzmanı yukarıda adı geçen hastalık gruplarından biri ya da birkaçı üzerinde daha detaylı çalışmakta ve üst uzmanlık yapmaktadır.

SBÜ Genel Cerrahi Anabilim Dalı olarak görevimiz ve hedeflerimiz, tıp fakültesinde seviyesine uygun olarak öğrencimize cerrahi hastalıkların temel fizyoloji, histoloji, patoloji ve anatomisini anlatmak ve bu hastalıklarda pratik uygulamalara genel bir bakış sağlanmaktadır. Genel cerrahi tıpta uzmanlık eğitimi esnasında asistan hekimlerimiz için görev ve amaçlarımız, üniversitemize bağlı tüm afiliye hastanelerde ihtisas yapan asistanlarımıza standardize, kapsamlı, kaliteli, temel ve güncel bilgileri içeren, teorik ve partik eğitim müfredatını uygulamak, yıllarına uygun olarak sınavları gerçekleştirmek, yayın değeri olan kaliteli tez konularını belirlemektir. Bu süreç içerisinde tıpta uzmanlık kurulunca belirlenen cerrahi çekirdek eğitim programı uygulanmakta ve tıpta uzmanlık öğrencileri seviyelerine göre çeşitli cerrahi prosedürleri eğitim kadrosunun kontrolü altında gerçekleştirmektedirler. Ayrıca eğitim süresince asistan haklarına sahip çıkılarak eğitim için uygun fiziksel koşullar, sunumlar, eğitim saatleri, bilimsel sempozyum ve kongrelere katılımın sağlanmakta; dahası, temel insani ve vicdani değerleri, hasta ve hasta yakınları ile iletişimi, hasta haklarını ve meslektaşlarına karşı etik kuralları da öğretilmektedir. Bilimsel, “önce zarar vermeyen”, güncel tıbbi literatürü takip eden, karar verebilme yetisi gelişmiş, gerektiğinde sorumluluk alan hekimler yetiştirmek kliniğimizin hedefidir. Kliniğimizde, eğitim komisyonları sayesinde oluşturulan programlar uygulanmaktadır.

 Tarihçemiz

Cerrahinin tarihçesi oldukça eskidir. Arapça kökenli olan “cerh” “yara”, “cerrahi” ise “yara ile uğraşan bilim” anlamına gelmektedir. Eski Yunanca kökenli olan “kheirurgia” ise “el ile yapılan iş” demektir ve günümüzde de kullanılan Latince bir kelime olan “chirurgia”nın türetilmesine neden olmuştur.
İlk zamalarda cerrah, ilaçla ya da başka tedavi yöntemleriyle iyileştirilemeyen hastalıkların, yaralanmaların ve vücuttaki yapı bozukluklarının ameliyatla onarılmasına ya da hastalıklı organı kesip çıkararak iyileştirilmesini sağlayan kişi olarak tanımlanmıştır.
Tarihteki “ilk cerrahi tedavi”, kafatasında bir delik açmaya ya da kafatasının bir kısmının çıkartılması işlemine dayanan “kraniyal dekompresyon”du ve o dönemlerde epilepsi tedavisi için sık uygulanan bir yöntemdi. Cerrahi amaçlı kullanılan ilk alet, bir penset, bir Sümer şehrinin kalıntılarında saptanmıştır ve 5000 yıllık olduğu düşünülmektedir.
İlk cerrahi kayıtlar eski Mısır’da bulunan bazı papirüslerin üzerine yazılmıştır. İlk cerrahi kitap ise M.Ö. 600’lü yıllarda Hindistan’da yaşayan Susruta adlı kişinin yazdığı ve çeşitli cerrahi teknik ile birçok cerrahi aletin anlatıldığı “Susruta Samhita” isimli kitaptır. Eski Hindistan’da, mesane taşlarının ameliyatla çıkarılması ve kılıç ile olan burun kopmalarında hastanın alnından ya da yanağından alınan bir doku parçası ile burnun yeniden oluşturulması gibi cerrahi işlemler sık yapılıyordu.
Eski Yunanistan’da cerrahlar, “Asklpieia” adı verilmiş yarı resmi okullarda eğitim almaktaydı. M.Ö. 460-370 yılları arasında yaşamış olan Hipokrat (Hippocrates), döneminin en önemli hekim ve cerrahıydı. "Cerrahi Üzerine" adlı eserinde cerrahın özellikleri, ne bilmesi gerektiği ve tedavi basamakları hakkında geniş bilgiler vermekte ve kitabında kırık ve yaraların tedavisi ile hemoroidal hastalığın ameliyatından söz etmiştir. Ayrıca Hipokrat, “önce zarar verme” (“primum non nocere”), “hastalığı değil, hastayı tedavi et”, “fizik muayenin ilk basamağı gözlemdir” gibi günümüzde de hala geçerliliğini koruyan temel tıp etiği ilkelerini ortaya koymuştur. Yine bu dönemlerde, İskenderiye okulunun önemli doktoru Praksagoras bağırsak tıkanıklığında ise bugün dahi sıklıkla kullanılan bir teknik olan karnın açılmasını, tıkanan kısmın çıkarılması ve sonrasında dikilmesini önermekteydi. M.S. 129'da Bergama'da doğmuş olan Galen (Galenos) daha önceleri bilindiğinin aksine damarlarda havanın değil kanın taşındığını deneylerle gösterdi; böylece deneysel fizyoloji ve cerrahinin temellerini attı.
980-1037 yılları arasında yaşamış olan İbn-i Sina’nın yazdığı “El-Kanun fi't-Tıb” (“Tıbbın Kanunu”) isimli kitap, uzun yıllar boyunca ortaçağ üniversitelerinde okutulmuştur.
Ortaçağ Avrupası’nda cerrahi, hak ettiği değeri bulamamıştı. Ancak 14. yüzyıl başlarında barutun savaş alanlarında kullanılmaya ve askerlerin daha ağır, daha ölümcül yaralar almaya başlaması ile cerrahlara olan ihtiyaç artmaya başladı. Fransız cerrah Ambroise Paré (1510-1590) ile Belçika’lı cerrah ve anatomist Andreas Vesalius’un (1514-1564), cerrahinin gelişimine çok büyük katkıları oldu; dahası, o dönemlerde tıbbi bilimler arasından dışlanmış olan anatomi ve cerrahinin hak ettiği yeri bulmasını, cerrahinin yeniden tıbbın bir bilim dalı olarak görülmeye başlanmasını sağladılar.
19. yüzyılın ortalarında Crawford W. Long isimli bir genel cerrah ile William G. Morton adlı bir diş hekiminin, birbirlerinden bağımsız olarak eter anestezisini keşfetmeleri, cerrahide çığır açtı. Ardından Amerikalı diş hekimi Horace Wells azot anestezisini kullandı. O tarihe kadar hastalar için büyük ağrı ve acı nedeni olan büyük ameliyatlar bile ağrısız olarak yapılabilir olmuştu. Cerrahi girişimlerdeki bir diğer sorun ise enfeksiyonlardı. Hekimlerin işlem yapmadan önce ellerini temizlemelerinin gerekliliğini ilk vurgulayan Macar asıllı kadın doğum uzmanı Philipp Semmelweiss idi. Semmelweiss 1860’lı yılların başında, bazı öldürücü hastalıkların nedeninin gözle görülemeyecek kadar küçük hayvanlar olduğunu ve bunların yaraya girmelerine engel olunması gerektiğini belirtti. 1870’li yılların sonlarında Robert Koch’un bakterilerin patojen olduğunu göstermesi ve Louis Pasteur’ün piyojenik enfeksiyonlar konusunda çalışmalarını yayınlaması ile yeni bir döneme girildi. Ayrıca İngiliz cerrah Joseph Lister’da açık yaralara bakteri öldürücü maddeler uygulayarak ve cerrahi aletleri her ameliyattan sonra fenol solüsyonu içerisinde bekleterek “asepsi” ve “antisepsi” kavramını ortaya koydu. Ayrıca artık ameliyatlarda eldiven, önlük ve maske kullanılmaya başlandı. Böylelikle modern cerrahinin yükselişi de başlamış oldu. 1895’te Wilhelm Roentgen’in X-ışınları’nı keşfetmesi ve bu ışınların kısa süre içerisinde tıpta bir görüntüleme yöntemi olarak geniş uygulama alanı bulması, özellikle travmatoloji ve ortopedik cerrahi alanında bir kilometre taşı olmuştur.
Özellikle 1900’lü yılların başlarından itibaren, cerrahların bilimsel araştırma ve yayınları hızla artmıştır. Artık cerrahi, sadece bir el sanatı olarak görülmemekte; aynı zamanda bir bilim dalı olarak da kabul edilmekteydi.
Osmanlı’da II. Mahmut döneminde, 14 Mart 1827 yılında Şehzadebaşı’nda tulumbacı konağında Mustafa Behçet Efendi tarafından “Cerrahhane-i Amire” ve “Tıbhane-i Amire” (Mektebi Tıbbiyeyi Askeriye) kurulmuştur. Bu tarih ülkemizde halen her yıl “Tıp Bayramı” olarak kutlanmaktadır. Ülkemizde ilk ciddi ameliyatları yapan, bu konuda eğitimler veren ve cerrahinin gelişmesine katkıda bulunan hekim Ord. Prof. Dr. Cemil Topuzlu’dur. 1930’lu yılların ortalarında, Nazi Almanya’sından kaçan ve Mustafa Kemal Atatürk vasıtasıyla ülkemize davet edilen değerli profesörler ve bilim insanları, ülkemizdeki üniversitelerde bilimsel ve akademik atılımlarda önderlik yapmışlardır; bu akademisyenlerden birisi de tüm dünyada hala kendi adıyla anılan reflü cerrahisi tekniğini bulan ünlü cerrah Prof. Dr. Rudolph Nissen’dir. Ord. Prof. Dr. Kazım İsmail Gürkan, Ord. Prof. Dr. Kemal Atay, Prof. Dr. Bedii Gorbon, Prof. Dr. Halit Ziya Konuralp, Prof. Dr. Bülent Tarcan, Prof. Dr. Fikret Karaca, Prof. Dr. Şinasi Güçhan, Ord. Prof. Dr. Fahri Arel, Prof. Dr. Nihat Dorken gibi o dönemin değerli cerrahları sayesinde genel cerrahi, tıpkı tüm dünyada olduğu gibi, ülkemizde de yükselişe geçmiş ve hem tanısal hem de terapötik anlamda değer kazanmıştır. Sonrasında çeşitli tıp fakültelerinden ve eğitim kurumlarından yetişen pek çok değerli cerrah, bu meşaleyi elden ele aktarmış ve ülkemizde genel cerrahi eğitimini ve pratiğini dünya standartlarına yükseltmiştir.
15.04.2015 tarihli ve 29327 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan "Bazı Kanun ve Kanun Hükmünde Kararnamelerde Değişiklik Yapılması Hakkında Kanun" un 5. Maddesi ile kurulan Sağlık Bilimleri Üniversitesi Tıp Fakültesi'nde Genel Cerrahi Anabilim Dalı kurulmuştur

 

27 Eylül 2022